Okul nasıl bir yerdir? Yani mesela okul kuralları nelerdir? Bazı hiç değişmez kuralları vardır okulun.
3. Öğrenci 45/40 dakika boyunca sessizce dersi dinler. Söyleyecek bir şeyi varsa parmak kaldırır. Hatta parmak kaldırma hareketini de dirseğini sıraya dayayarak yaptıranlar da vardır. Arkadaşıyla konuşmaz. Öğretmenin yazın dediklerini yazar. Tuvalete gidecekse, öğretmenlerin farklı uygulamalarını dikkate alır. Kimisi gönderir, kimisi göndermez.
4. Oturma düzeni var bir de. Klasik sistem ikili sıralardır. Artık bir çok okul tekli sıralara geçmiştir. Tekli ya da ikili farketmez. Genelde üç sıra halinde arka arkaya dizilmiş sıralarda oturur öğrenciler. Bu da önde oturanlar, arkada oturanlar farkını doğurmuştur ki hepimiz biliriz bu dillere destan olmuş farklılıkları. Ön sıra ile arka sıra arasında bir kaç adımlık fark vardır nicel olarak. Ama nitel anlamda sınıf ayrılıklarının dahi ilk adımları bu sıralarda atılıyor denebilir.
Ben burada eğitim sistemi değişikliklerini savunup, öğretmeni yerme amacında değilim. Altyapı hazırlanmadan, ön planlama yapılmadan gökten zembille iner gibi yeni bir şeyler icadediliyor. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
Fakat kimsenin görmek istemediği ve görse de kafasını çevirdiği bir gerçek var. Öğretmen faktörü...
Öğrenciler derste neden kendi arasında konuşamaz. Öğretmen buna neden izin vermez. Sınıfa girince ayağa kalk, hazır ol, rahat, çıt çıkarma.... Bunlar nasıl kurallardır? Öğrenciyi asker gibi görmek nedir? Yaratıcılığı, kendini ifade kabiliyeti gelişmesi gereken bir bireyi, "sus, konuşma" deyip susturmak, arkadaşına fikir soran bir öğrenciye "çocuğum aranızda konuşmayın" deyip durdurmak öğrenci için midir? Yoksa öğretmenin bencilce dersini anlatıp çıkma telaşı mıdır? Acımasız bir eleştiri olabilir bu. Ama o öğrenciler kendini ifade etmekten korkarak, öğretmenin saçma da olsa her isteğine boyun eğmeyi öğrenerek büyürse sonradan "Hakkını savun!" demenin mantığı var mıdır bireylere? Acaba birey değil de koyun mu yetiştiriyoruz, sırf dersimizi daha rahat işleyelim diye?
Dahası var. Biz öğretmen olarak telefonu artık üçüncü eli gibi kullanan bir nesli eğitiyoruz. Ve maalesef bir çoğumuz doğru düzgün bilgisayar kullanamıyoruz. Bırakın kullanmayı, biz teknolojiyi yönlendirebilmeliyiz. Düşünün okulun kendi içerisinde sosyal bir ağ oluşturduğunuzu. Öğrenciler hem birbirleriyle hem de öğretmenlerle aynı ağ içerisinde. Velileri de sistemin içine alıyoruz. Veli toplantısı yaparak dönemde bir ya da iki kez velilerle iletişim kurmak yerine sürekli iletişim halindeyiz. Öğrenciler de telefon üzerinden birbirleriyle mesajlaşabiliyor. Ama güzel olanı biz bu sefer bir veri tabanına depoladığımız konuşmaları izleyebiliyoruz (bir nevi Facebook, Twitter, Google'ın bize yaptığını biz öğrencilere yapıyoruz.) Ne olur biliyor musunuz, öğrencilerin elindeki telefon ve interneti biz yönlendirebiliriz. Bu bir örnek, daha neler yapılabilir. Sadece yenilikten kaçmayan, teknolojiyi kovalayan öğretmenler olalım.
Ben özellikle çak yaygın olan "teknoloji düşmanlığı"na karşıyım. Yani siz onaylamıyorsunuz diye böylesine muazzam bir sistem yok mu olacak? Olmamalı da zaten. Neymiş efendim, sosyalliği öldürüyormuş, insanlar telefona hapsolmuş. Bu öğrencilerin elinden telefonları alınca bir anda kitaba mı sarılacaklar ya da facebook, twitter gibi hesaplarda yaptıkları muhabbetleri bırakıp bir anda felsefe mi konuşmaya başlayacaklar? Kusura bakmayın ama sosyal medyada kız arayan çocuk, telefonu elinden alınca mahalledeki kızlara bakacak. Süslenip selfie çeken kız, eskiden olsa süslenip çeşme başına giderdi, Birincisi, ikincisinden daha mı saçma? Bence aynılar. Çünkü normali bu. O yaşlar böyle. Teknolojiyi dışlayıp suçlamanın tek bir maksadı var: Olumsuzluklara bir kulp bulma çabası. "Benim oğlum hayatta öyle şeyler yapmaz da o cep telefonu yok mu? O yaptırıyor hep." Önce kabulleneceğiz ve sahipleneceğiz. Sonra olanla yetinmeyip kendimiz yenilikler geliştireceğiz.
Burada sistemden binlerce yenilik bekleyebiliriz. Gelenlerden şikayet edebiliriz. Ama bakın elinizi vicdanınıza koyun. Bu öğrenciler geleceğin vatandaşları, anneleri, babaları... Biz bir şeyler yapmazsak, gelecek nesilde sistemin çarpıklıkları kadar bizim pes etmişliğimizin hiç mi payı olmayacak sizce?
- Pazartesi sabahları (eskiden her sabahtı bu, Andımız'ın kalkmasıyla değişti.) İstiklâl Marşı töreni vardır.
"Rahat, Hazırol!, Ses veriyorum Korkmaaa"
- Öğretmen sınıfa girince öğrenci ayağa kalkar. (Hemen belirtelim, bu durum 12. sınıf sonuna kadar devam eder. Üniversitede böyle değildir. Refleks olarak üniversitede ilk girdiği derste ayağa kalkan ya da buna yeltenen çoktur mesela.)
"Günaydın arkadaşlar!" "Sağol!" "Nasılsınız?" "Sağol!" Oturun!" |
4. Oturma düzeni var bir de. Klasik sistem ikili sıralardır. Artık bir çok okul tekli sıralara geçmiştir. Tekli ya da ikili farketmez. Genelde üç sıra halinde arka arkaya dizilmiş sıralarda oturur öğrenciler. Bu da önde oturanlar, arkada oturanlar farkını doğurmuştur ki hepimiz biliriz bu dillere destan olmuş farklılıkları. Ön sıra ile arka sıra arasında bir kaç adımlık fark vardır nicel olarak. Ama nitel anlamda sınıf ayrılıklarının dahi ilk adımları bu sıralarda atılıyor denebilir.
Hepimizin bildiği bu gerçekler, öğretmen, öğrenci, veli, müdür ve hatta MEB tarafından kanıksanmıştır. Çünkü büyüklerimiz de böyle okumuştur. Bu böyle yıllaaaardıııır devam etmektedir.
Şimdi benim itirazım nerde? Aslında çok açık değil mi? Annemizin, babamızın belki dedemizin zamanındaki öğrencilerle şimdiki öğrenciler aynı sosyal ortamda mı yaşıyor? Hayır? Peki kurallar neden aynı, okullar neden aynı? Bir de olayın garipliği şu: neredeyse her yıl bir şeyler değişiyor bu sistemde.
Milli Eğitim Bakanı'mızın da dediği gibi eğitim, dinamik bir altyapıya bağlı olduğundan değişim kaçınılmaz. Bu kadar çok değişim ve bu kadar çok benzerliğin aynı yerde bulunması ne yaman çelişkidir.
İnsan, alışkanlıklarını devam ettirme eğilimi gösterir. Bu dildeki "Least Efford Theory" gibidir. En kısa yoldan hedefe ulaşma ilkesi diyebiliriz buna. Ve hepimizin bildiği gibi "En kısa yol, bildiğimiz yoldur." Öyleyse yeni bir sistem getirdiğinizde insanlar bu sistemi bildiklerine en yakın yola adapte etmek için uğraşacaktır.
"Sosyal kulüpler gelmiş, ne ki bu?" "Eğitsel Kol vardı ya, aynısı."
"Proje ödevi nedir?" "Dönem ödevi"
"Beyaz tahtalar gelmiş, kara tahta yerine.""O kalemlerde kanserojen varmış. Kara tahtaya devam."
"Akıllı tahta gelmiş.""Radyasyon yayıyor o da beyaz tahta taktırın yanına."
"Öğrencilere tablet dağıtılmış.Derslerde defter yerine onu kullanacakmışız.""Öğrenciler oyun oynuyor. Koy oğlum onu çantana, aç defteri."
Fakat kimsenin görmek istemediği ve görse de kafasını çevirdiği bir gerçek var. Öğretmen faktörü...
Öğrenciler derste neden kendi arasında konuşamaz. Öğretmen buna neden izin vermez. Sınıfa girince ayağa kalk, hazır ol, rahat, çıt çıkarma.... Bunlar nasıl kurallardır? Öğrenciyi asker gibi görmek nedir? Yaratıcılığı, kendini ifade kabiliyeti gelişmesi gereken bir bireyi, "sus, konuşma" deyip susturmak, arkadaşına fikir soran bir öğrenciye "çocuğum aranızda konuşmayın" deyip durdurmak öğrenci için midir? Yoksa öğretmenin bencilce dersini anlatıp çıkma telaşı mıdır? Acımasız bir eleştiri olabilir bu. Ama o öğrenciler kendini ifade etmekten korkarak, öğretmenin saçma da olsa her isteğine boyun eğmeyi öğrenerek büyürse sonradan "Hakkını savun!" demenin mantığı var mıdır bireylere? Acaba birey değil de koyun mu yetiştiriyoruz, sırf dersimizi daha rahat işleyelim diye?
Dahası var. Biz öğretmen olarak telefonu artık üçüncü eli gibi kullanan bir nesli eğitiyoruz. Ve maalesef bir çoğumuz doğru düzgün bilgisayar kullanamıyoruz. Bırakın kullanmayı, biz teknolojiyi yönlendirebilmeliyiz. Düşünün okulun kendi içerisinde sosyal bir ağ oluşturduğunuzu. Öğrenciler hem birbirleriyle hem de öğretmenlerle aynı ağ içerisinde. Velileri de sistemin içine alıyoruz. Veli toplantısı yaparak dönemde bir ya da iki kez velilerle iletişim kurmak yerine sürekli iletişim halindeyiz. Öğrenciler de telefon üzerinden birbirleriyle mesajlaşabiliyor. Ama güzel olanı biz bu sefer bir veri tabanına depoladığımız konuşmaları izleyebiliyoruz (bir nevi Facebook, Twitter, Google'ın bize yaptığını biz öğrencilere yapıyoruz.) Ne olur biliyor musunuz, öğrencilerin elindeki telefon ve interneti biz yönlendirebiliriz. Bu bir örnek, daha neler yapılabilir. Sadece yenilikten kaçmayan, teknolojiyi kovalayan öğretmenler olalım.
Ben özellikle çak yaygın olan "teknoloji düşmanlığı"na karşıyım. Yani siz onaylamıyorsunuz diye böylesine muazzam bir sistem yok mu olacak? Olmamalı da zaten. Neymiş efendim, sosyalliği öldürüyormuş, insanlar telefona hapsolmuş. Bu öğrencilerin elinden telefonları alınca bir anda kitaba mı sarılacaklar ya da facebook, twitter gibi hesaplarda yaptıkları muhabbetleri bırakıp bir anda felsefe mi konuşmaya başlayacaklar? Kusura bakmayın ama sosyal medyada kız arayan çocuk, telefonu elinden alınca mahalledeki kızlara bakacak. Süslenip selfie çeken kız, eskiden olsa süslenip çeşme başına giderdi, Birincisi, ikincisinden daha mı saçma? Bence aynılar. Çünkü normali bu. O yaşlar böyle. Teknolojiyi dışlayıp suçlamanın tek bir maksadı var: Olumsuzluklara bir kulp bulma çabası. "Benim oğlum hayatta öyle şeyler yapmaz da o cep telefonu yok mu? O yaptırıyor hep." Önce kabulleneceğiz ve sahipleneceğiz. Sonra olanla yetinmeyip kendimiz yenilikler geliştireceğiz.
Burada sistemden binlerce yenilik bekleyebiliriz. Gelenlerden şikayet edebiliriz. Ama bakın elinizi vicdanınıza koyun. Bu öğrenciler geleceğin vatandaşları, anneleri, babaları... Biz bir şeyler yapmazsak, gelecek nesilde sistemin çarpıklıkları kadar bizim pes etmişliğimizin hiç mi payı olmayacak sizce?
Yorumlar
Yorum Gönder